Bir başka yaklaşımları ve ithamları ise onun bir insan ve güçsüz oluşuydu. Onlara göre bir peygamber gelecekse ölümsüz ve büyükçe güçlü kuvvetli melek olmalıydı. Veya kendileri için daha doğru olanı ise güçlü, zengin, adamları çok olan, toplumda tuttuğunu koparacak güçte olan, onun önünde herkesin titrediği biri olmalıydı. Ölümlü bir insanın peygamber olması mümkün değilmiş gibi hareket ediyorlardı. Ama bunlar, şayet Allah peygamberi bir melek olarak gönderseydi ve onların arasında ölümsüz olsaydı o zaman bu inkârcılar farklı bir tepki göstererek inkârlarına devam edeceklerdi; “Bu melek, onun yemek derdi, çoluk çocuk derdi yok. Bunun için de inançla, ibadetle uğraşacak bol vakti var. Ama biz onun gibi miyiz? Bizim doyuracak bir karnımız, bakacak evlatlarımız var. Biz onun gibi boş değiliz” gibi bahaneler öne süreceklerdi. Bu da tarih boyunca değişmemiştir. İnsanlar mutlaka inanmamak için bazı bahaneler bulmuşlardır. Bir insan inanmak istemedikten sonra, ona bütün mucizeleri açıkça göstersen yine de inanmaz. Çünkü bir defa perde çekilmiştir. Buna benzer ithamlara Hz Muhammed efendimizde muhatap olmuştur. Rabbimiz ise onlara en güzel cevabı vermiştir;
“Nitekim "Ey Muhammed, bize yerden gözeler fışkırtmadıkça sana inanmayacağız" diyorlar yahut hurma ağaçlarıyla, asmalarla dolu bir bahçen olmadıkça ve onların arasında çağıl çağıl dereler akıtmadıkça yahut tehdit edip durduğun gibi, göğü parça parça üzerimize düşürmedikçe yahut Allah'ı ve melekleri bizimle yüzyüze getirmedikçe yahut altından (yapılmış) bir evin olmadıkça yahut göğe yükselmedikçe -kaldı ki göğe yükselmene dahî, bize (oradan, kendi gözlerimizle) okuyabileceğimiz bir kitap getirmedikçe inanmayız ya!" (Ey peygamber) de ki: "Kudret ve yüceliğinde sınırsız olan Rabbimdir! Ben ölümlü bir elçiden başka biri miyim ki?" (İşte bunun gibi,) insanlara (bir peygamber eliyle) doğru yol bilgisi geldiği zaman onları (ona) inanmaktan alıkoyan, onların: "Allah ölümlü bir insanı mı elçi olarak gönderdi?" diye itiraz etmelerinden başka bir şey değildir. Onlara (şu sözümüzü) ilet: "Eğer yeryüzünde yurt tutup dolaşan melekler olsaydı, o zaman onlara elçi olarak şüphesiz gökten bir melek indirirdik!" İsra 17/90-95
Burada evrensel bir ilkenin işaretleri de verilmiştir. Şayet yeryüzünde dolaşanlar melekler olsaydı o zaman gönderilecek peygamber de melek olurdu. Ama insan olduğuna göre o halde peygamberlerinin de insan olması gerekiyordu. Ama görüldüğü gibi mantık hiçbir zaman değişmiyordu. Materyalist ve faydacı anlayışın sahipleri hep olayı çıkar açısından ele alıyorlardı. Ama unuttukları bir gerçek vardır ki, o da ebedi bir hayattaki menfaati kısa zamanın geçici hazlarına ve kazançlarına feda ediyorlardı. Bunun içinde onların kendileri gibi insan olmasını çekemiyorlardı. Çünkü hem kendileri gibi bir takım istek ve arzuları var, hem de geçindirmek zorunda oldukları aileleri var. Buna rağmen hem peygamberlik görevini yapıyor hem de çalışıyorlardı. Bunu anlayamadıkları için bir insanın peygamber olabileceğine de ihtimal vermiyorlardı. Ve yalancılıkla suçluyorlardı.
“Bu dünyada yaşadığınız hayattan başka hayat yok: ölürüz ve (ancak bir kere) yaşarız ve bir daha asla diriltilmeyiz! Bu adam kendi uydurduğu yalanları Allah'a yakıştıran bir yalancıdan başka biri değil; ve dolayısıyla, biz asla o'na inanacak değiliz!"Müminin 23/ 37-38
İşte iftiranın ve yalancılığın en büyüğü budur. Bir peygamber için Allah hakkında iftira ettiğini söylemek, aslında kendilerini temize çıkarmak istemenin zorunlu yollarından birisidir. Çünkü onun gerçekleşecek bir söz söylediği kabul edilirse, ona inanmaktan başka yapacak bir şey yoktur. Ama yalancı olduğu söylenirse, inanmak anlamsızlaşacaktır. Bunun için en kolay yol, deve kuşu gibi başı hakikatin karşısında toprağa gömerek onu yak saymaktır. Bunu savunanları da Allah’a karşı yalan söyleyen olarak lanse ettik mi sorun kalmamıştır. Aslında korkularını karşılaşacakları günü yok sayarak gidermeye çalışmaktadırlar. Yoksa Hud peygamberin doğru, güvenilir ve emin birisi olduğunu gayet iyi bilmektedirler.
İnsanları kötülüğe ve haksızlığa yönelten en önemli etkenlerden birisi ahiret inancının olmayışıdır. Dolayısıyla insan yaptığı davranışların hesabını vermeyeceğini düşünerek her türlü zulmü ve ahlaksızlığı kendi gücüne güvenerek yapmaktadır. Günümüzde de gördüğümüz bu kötü ahlak insanları imandan ve güzel davranışlar yapmaktan alıkoymaktadır. Çünkü yaptıklarının hesabını bir üst mercie vermeyeceğine inanan insanı, kötülük yapmaktan alıkoyacak hiçbir güç yoktur. Dünya hayatında para, mevki, makam, iktidar, güç yapılan kötülükleri güzel bile göstermektedir. Bu özelliklere sahip birisinin yaptığı büyük kötülük alkışlanırken, güçsüz ve fakir bir insanın yaptığı küçük bir kötülük yargılanır. Bunun için de kötülüğü, çıkarcılığı yaşam tarzı haline getiren insanların ahirete inanmalarını beklemek saflık olacaktır. Üstelik bu inancı toplumda yaymaya çalışan insanlar yalancı, gerici, çağdışı, medeni olmamakla suçlanacaklardır.
Hud peygamber bu ithamların hiçbirine itibar etmeden tebliğini net bir şekilde sürdürür